Kadınlarla ilgili kampanya yapan markalar, bahele! Çözüm ayağınıza geldi!

Özellikle hedef kitlesi kadın olan markalar sıklıkla “kadın”ı marka stratejileri doğrultusunda ve ürün/hizmetleri ile örtüştürecek şekilde reklamlarında kullanıyor/tanımlamaya çalışıyor. Markayı yönetenlerin davarlık derecesine bağlı olarak, reklamlardaki kadın temsili karikatürize olabiliyor, nesneleştirilebiliyor falan. Az düşününce milyon tane örnek var. Yandex’in geçen sene kadına karşı şiddet konulu bir mikrositesi vardı, Wanda’nın “nefes alsın yeter” faciası vardı… Güncel olarak da Doğadan’ın #kadınlarneister kampanyası var. Daha doğrusu vardı, yayından kaldırdılar. Bu kampanyalardaki söylemin sıkıntısından, TR özelindeki etkisinden, reklamın markaya verdiği zarardan falan bahsetmeyeceğim, çok yerde konuşuldu, bu gidişle de konuşulmaya devam edecek.

fft107_mf4331723

Benim bu konuda bir önerim var. Doğadan örneği üzerinden gidersek; işin içerisinde video prodüksiyon, Twitter/Facebook reklamı vs var. Temiz bir para harcanmış belli ki. Diğer taraftan burada “kadınlar ne ister doğadan” aramasının sonuçları var. İlk sayfanın tamamı eleştiri. PR değeri nasıl ölçülür bilmiyorum lakin bilen birileri üç aşağı beş yukarı Doğadan’ın ne kadar paraya tekabül eden bir kayıp yaşadığını söyleyebilir herhalde. Dolayısıyla elimizde şu tablo var; bir marka “kadın” özelinde bir reklama girişiyor, para harcıyor ve ne ajansta ne de markada bu işi denetleyebilecek, yol gösterebilecek kimse olmadığından yahut bu süreçlere katılamadığından reklam yayından kaldırılıyor ve marka değer kaybediyor. Kendi kalene gol atmak gibi. Bunun yerine kadınlarla ilgili kampanya yapmak isteyen markalar, Mor Çatı ya da benzer işlevde bir kadın sığınma merkezine belli bir miktar bağışta bulunsalar, sonrasında da kampanya kurgusunu ve söylemi feminist örgütlerden gönüllü olanlar bir incelese, kampanya söylemi eğer olabiliyorsa kadın mücadelesine fayda sağlayacak (yahut daha gerçekçi olmak gerekirse zarar vermeyecek) şekilde revize edilse müthiş olmaz mı? Tam bir win-win olmaz mı, sorarım size? Hem marka bi dünya para harcadığı kampanyayı geri çekmek zorunda kalıp madara olmaz hem yardıma muhtaç kadınlara bir şekilde fayda sağlanmış olur, hem de olabiliyorsa söylem düzeltilir, topluma insanlık aşılanır, kadınların sözünü duyurabileceği sağlam bir iletişim kanalı olur.

Elma armut hesabıyla yapılan eleştiri Feministlerin farkındalık yaratmasını sağlayabilir mi?

Geçenlerde Sosyalist Feminist Kolektif’in bir yazısına denk geldim. Okuduktan sonra aklımda bazı sorular oluştu. Madem blogculuk yapıyoruz, paylaşayım dedim. Yazı burada.

Yazı aslında temel kabulü haricinde gayet güzel. Kadının kendi söylemini yaratmasının ne kadar elzem olduğu, sol tayfada bile eril dilin nasıl defalarca üretildiği gibi temel sorunlar vurgulanıyor. Virginia Woolf’tan, Simone de Beauvoir’den beri tanımlanmış, tekrarlana gelmiş ve halen dahi günceliğini koruyan ana sorunlar bunlar. Ancak niceliksel bir araştırma üzerinden yola çıkarak niteliksel bir sonuca varmak ve bunun üzerinden büyük büyük çıkarımlar üretmekte bence ciddi sıkıntılar var.

Yazı, Gezi Direnişi’nden itibaren sol/sosyalist yayınlarda direnişle ilgili yazılan makalelerin yazarları arasındaki orantısızlığa dikkat çekiyor. Toplamda 136 yazı kaleme alınmış. Bunların da sadece 18’i kadın yazarların kaleminden çıkma. Elbette ki bu orantısızlık kadının toplumsal hayattaki yerini gösteren bir belirteç olarak göz önünde bulundurulabilir. Ancak sadece bir ayrıntıdır bu, asıl konu yazıların içeriği ile alakalıdır. Bir yazının erkek bir yazar tarafından yazıyor olması onu doğrudan eril dilin üreticisi konumuna getirebilir mi? Yahut tersten soralım, bir yazıyı bir kadının yazıyor olması, onu doğrudan feminist bir metin yapar mı? Şüphesiz ki yapmaz. Misal, milli tarihimiz ve edebiyatımız içerisinde eksikliğini hissetmeyelim diye hep feminist figür olarak ittirilen Halide Edip Adıvar. İlk Türk kadın örgütünün kurulmasını sağlayan Adıvar’ın, romanlarında (Handan, Ateşten Gömlek ve daha niceleri) kadınları bir erkeğin görmek istediği şekilde resmediyor olmasını unutalım mı? Sandra Gilbert ve Susan Gubar’ın, Elaine Showalter’in ve daha onlarca feminist akademisyenin araştırmalarında irdeleyip ortaya koyduğu “Evdeki Melek” ve “Canavar” kadın arketiplerine Adıvar’ın romanlarında birebir rastladığımızı atlayalım mı? Milli tarihin Adıvar’ı, Kemalizm’in kusursuzluğunu kanıtlamak için feminist olarak zihinlerimize kazıması onu feminist yapar mı? “Biz önce Türk’üz, sonra Müslüman sonra da kadın!” diyen Adıvar’ı sırf kadın olduğu için eril dili üretmiyormuş gibi mi kabul etmek gerekir?

Recep Tayyip Erdoğan’ın Roboski katliamı zamanı gündemi  değiştirmek amacıyla giriştiği kürtaj retoriği zamanında da benzer  bir şey olmuştu. Gösteri yapılacaktı ve feminist örgütler sadece kadınların katılması için çağrı yaptı. Kadının kendini savunabilmesi, kendi dilini üretmesi mühim şeyler elbette. Ancak bu sınırlandırmanın efektif bir yararı olabilir mi? Tüm alanlarda kısıtlamalar, devletin insan bedenini disipline etme çabası had safhadayken öncelik ortak mücadele mi olmalı yoksa kadının söylemini yaratması mı?

Sandra Gilbert ve Susan Gubar’ın Tavanarasındaki Deli Kadın (The Madwoman in the Attic) adlı önemli araştırması şu meşhur cümleyle başlar; “Kalem, metaforik bir penis midir?”. Ekleme yapmak lazım; “Penis her zaman ‘erkek’ midir?”

Soru başlıkta; “Elma armut hesabıyla yapılan eleştiri Feministlerin farkındalık yaratmasını sağlayabilir mi?