28 Temmuz’da Manavgat’ta başlayan ve devamındaki 4 günde en az 30 farklı şehirde baş gösteren orman yangınları ciğer dağlıyor. Resmi sayılara göre 132 yangından 125’i kontrol altına alınmış. Fakat sosyal medyadan gördüğümüz kadarıyla tablo çok daha kötü durumda. İnsanlar, cihan devleti Türkiye’mizin yangın söndürme uçağı olmadığı için Instagram vs üzerinden gavur hashtag’leriyle yabancı ülkelerden yardım istiyor. Tasmalı “sanatçı”larımız bu yardım talebinin kanlarına dokunduğuna dair açıklama yaparak birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde yerli ve milli olmanın ayrıcalığı ile devletin sikko bir kanadından alacakları yüz binlerce liralık potansiyel yeni konser tekliflerinin huzurunu yaşıyor. Genel özet bu desek hata etmiş olmayız herhalde.
Orman ekolojisinden anlamam, etmem. Benim varmak istediğim yer bu olay özelinde markaların/kişilerin fidan bağışlama pornografisinin denyoluğu, genelde ise yeşil kapitalizm denen pseudo-dünyabizimcanımızyav hareketinin faydasızlığı ve zararı.
Malumunuz, yangınlar birbiri ardına sıralanınca Yemeksepeti’nden Koton’una, Akbank’ından Turkcell’ine onlarca marka fidan bağışı açıklaması yaptı. Hatta Anadolu Efes “en büyük taşak bende hacılar” diyerek 3 milyon tohum topu bağışladığını açıkladı. İçinde bulunduğumuz edilgen pozisyonda çoğumuza “helal be Efes!” demenin düştüğünü söylemeye gerek yok herhalde.
Gelin bu işin hakikatine bakalım biraz. Evrim Ağacı’nın “Yangın Ekolojisi” konusunda şurada güzel bir makalesi var. Şöyle diyor özetle; “Yangın, Akdeniz ormanları için sıradan bir gerçekliktir ve aslına bakarsanız bu ormanlar normal döngüleri içinde ortalama 50 yılda bir, tamamen yanarlar.” Hatta orman yangınlarının başlamasından beri birkaç orman ekolojisti de benzer açıklamalar yaptı. Biri Hacettepe Üniversitesi Ekoloji Anabilim Dalı Başkanı Çağatay Tavşanoğlu. Flood şurada. Velhasıl, tohum bağışının efektif olarak pek bir şeye yaramadığı aşikar. O zaman bu tohum bağışı pornografisi ne işe yarıyor?
Eduardo Galeano şöyle diyor: “Şirketler bazen ‘iyilik’ yapar. Ama bu iyiliğin amacı adaletsizlikle mücadele etmek değil, onu gizlemektir.”
Örneğin, markaların/kişilerin tohum seferberliği şunları gizliyor; Türk Hava Kurumu’nun halihazırda kullanılabilecek yangın söndürme uçağı yok, envanterde var olan 9 uçağın bakımı yapılmamış ve yapılması için 4 milyon dolar lazım, Reisicumhur’un 13 tane uçağı var, Türk Hava Kurumu’nu kayyım heyeti yönetiyor, Türk Hava Kurumu Kayyım Heyeti Başkanı Cenap Aşçı olay günü bir düğünde eğleniyordu, 28 Temmuz’da Resmi Gazete’de yayınlanan 7334 sayılı “Turizmi Teşvik Kanunu ile bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun“un 1’inci maddesi d fıkrasına göre Kültür ve Turizm gelişme bölgeleri dışında kalsa bile orman arazileri kamu yararı kapsamına alınarak turizm yatırımcılarına açılabilecek. Halbuki ormanların yenilenebilmesi için tohum yerine oraların imara açılmamasına ihtiyaç var. Tüm bunların üzerine bir de “ormanları PKK yakıyor” gerizekalılığı eklenince ortada ne sorumlu kalıyor ne eksiklik. Öyle ya, madem PKK devletimizi çökertmek için ormanlarımız üzerinden hain oyunlar oynuyor, devletimizin yanında hizalanmak asli görevimizdir.
Tohum pornografisinden yavaş yavaş bir üst basamak olan yeşil kapitalizme geçelim. Girizgah olması babında şu güzel bir başlangıç olabilir: Markalar ve Parası Neyse Verelim Aktivizmi
Orman yangınları doğal ve hatta gerekli. Fakat işin bir de iklim krizi, yani insan faaliyetleriyle (ki buna insan yerine şirket demek lazım bence) ilişkili boyutu var. Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi İklim Değişikliği Koordinatörü Dr. Ümit Şahin şöyle diyor:
“Bir ormandaki bitki örtüsü ne kadar kuruysa ne kadar uzun süredir aşırı sıcaklara maruz kalıyorsa, yanma olasılığı o kadar artar. İklim kriziyle olan bağlantıyı da tam buradan kuruyoruz. Son yıllarda mega orman yangınları denen yangınlar yaşadık. Bu yangınlar aslında bir pattern oluşturuyor. Örneğin, 2019-2020 orman yangını sezonunda Avustralya ormanlarının neredeyse % 15’i yandı. Kaliforniya geçen sene tüm zamanların en büyük yangınlarını yaşadı. Sibirya’da 2020’de yüzlerce orman yangını çıktı. Ki Sibirya soğuk ve orman yangınlarının çok fazla görülmediği bir alan.”
Besmele gibi söylemek lazım; iklim krizi bir kaptalizm sorunudur ve kapitalizmin yeşili, kırmızısı olmaz. Sorunun kaynağı aynı zamanda sorunun çözümüne dönüşemez.
Örneğin, son toplanan G7’de 2035’ten itibaren çevreci projeler için 40 trilyon dolar harcanacağı ve bu yatırımlar ile karbon salımının 2050 yılına kadar sıfırlanacağı söyleniyordu. Fakat bu önerilerde özel jetlerin yasaklanması, havayı kirleten işletmelerin kapatılması gibi zenginlere dokunan hiçbir madde yok. Olmayacak da. Eşyanın tabiatına aykırı bu. Kapitalizmin son yıllarda yeşillenmesinin tek sebebi, ulaşılan “gelişmişlik” düzeyinde yeterince kar etmeni başka yolunun kalmaması. Yoksa mevzu akılların başa gelmesi, toplumsal muhalefete boyun eğme ya da dünyayı korumak değil.
2020 tarihli Oxfam raporuna göre; dünyanın en zengin %1’lik kesimi, en yoksul %50’lik kesimden 2 kat daha fazla karbon salımına neden oluyor. Kaynak burada. Bu en az karbon salımına neden olan fakir gruplar, aynı zamanda iklim krizinden de en fazla etkilenen gruplar oluyor. Sürdürülebilirlik jargonu içerisinde bu asimetriye dikkat çekmek ve doğal kaynakların aşırı kullanımından sorumlu olan tarafların, kaynaklara erişimi az olan düşük gelirli ülkelere ekolojik bir borçları olduğunu anlatmak için “Ekolojik Borç” kavramı kullanılıyor örneğin. (Tam da burada “dünya çok kalabalık hojam, insanların yarısını keseceksin, başka yolu yok” diyen soykırım meraklısı eko-faşist beyinsizlere hedeflerinin Avrupa ve ABD’deki zenginler olması gerektiğini bir kez daha hatırlatalım.)
İklim krizi konusundaki kurumsal çaba o kadar yetersiz ki, mevzu sürdürülebilir ya da etik tüketim gibi bireysel çabalara indirgeniyor her seferinde. Burada bir parantez açarak bireysel çabaların muhteşem şeyler olduğunu, daha az tüketmeye çalışmanın ve ekolojik dengeyi gözeten bir yaşam biçimini kendi hayatında tesis etmenin erdemini küçümsemediğimi söylemek isterim. Fakat bu da bir yandan asıl sorunu gölgeleyen şeylerden biri. Diş fırçalarken suyu kapatmanın efektif olarak iklim krizine karşı bir faydası yok. Karbon ayak izini azaltmak için daha az uçağa binmek, az elektrik tüketmek, enerji tasarruflu ampül kullanmak güzel şeyler. Ancak dünyada tüketilen elektriğin yarısından fazlasının sanayide kullanılıyor olmasına ve bu kadar üretime aslında ihtiyacımız olmadığına dair hiçbir şey söylememek, sorunu bir insan sorunu olarak gösteriyor. Fakat, lakin ki öyle değildir. Güzel istatistik; son 15 yılda üretilen giysi miktarı 2 katına çıktı. Çiftçilere iyi para verdiğini ve organik üretimi teşvik ederek dünyanın geleceğini düşündüğünü söylemeyen moda markası biliyor musunuz? Ya da 1988’den beri gerçekleşen sera gazı salımlarının %71’inden 100 tane şirket sorumlu. Kaynak burada. Sürdürülebilirlikle ilgili sosyal sorumluluk işine girmeyen bir tane şirket bile yok. Ambalaj, içeriğin tam tersi.
Velhasıl iklim kriziyle mücadele etmek isteyenin düşmanı belli; kapitalizm ve egemen sınıflar. Kapitalizme, kapitalizm içerisinden bir müdahale pek mümkün değil. Zaman azalıyor ve bizim sistemin dışından, dünyanın ve insanlığın selametini önceleyen çözümleri artık gündemimize almamız gerekiyor.
Herhalde 6 ay önceydi. Amazon’un CEO’su ve dünyanın en zengin insanı Jeff Bezos’un evinin önüne giyotin bırakıldı. Düsturumuz budur.